8 Eylül 2016 Perşembe

Kalender Özlü Adamdan Bir Çağrı

Havanın güneşli olduğu bir hafta sonu dinlenmek üzere dağların yamaçları arasında kısılıp kalmış bir göle gitmişti. Gölün etrafında pek az kimseyi görmüş olduğuna oldukça sevindi. Zaten bu gölü herkes bilmezdi. Göl civarında günlük hayatından alışkın olduğu o kulakları sağır edici gürültünün olmayışına hayret etmiş, tam olarak bu duruma anlam veremese de içten içe sevinmişti. Rüzgar da esmiyordu. Bütün imkanlar dinlenmesi için önceden hazırlanmıştı sanki. Pek az kimsenin bildiği bu gölün ve etrafında bulunan ormanın tedirgin edici de olsa dinlendirici bir yer olduğuna inanmıştı. Göle şöyle bir bakıp kendince içlenerek, "birbirine kavuşamayan dağların gözyaşlarından oluşmuş bu göl." dedi. İnsan için kederlenmek için sayısız bahane vardı. O da kendi yalnızlığını göl ile paylaşıp, kendisini gölde cisimleştirmişti.

Ömründe ilk defa böylesine kendini yalnız hissetmişti. Havanın açık olacağını sanmıştı ama hava birden bozdu ve yağmur yağmaya başladı. Arabasının bagajına ne olur ne olmaz diyerek yağmurluğunu almıştı. Hemen çıkarıp yağmurluğunu üzerine geçirdi. Gök gürlemiyor fakat yağmur sağanak şeklinde yağıyordu. Biraz sonra geçer diyerek bekledi. Yağmurun şiddeti azalıyor ama bir türlü bitmiyordu. Bu şekilde yağmurun azalmasını bekleyerek uzunca bir müddet bekledi ve beklentisi sonuç verdi. nihayet yağmur azalmıştı. Yüksek yerlerde hava bir anda açıp bir anda kapanıyordu. Ve sonunda güneş nurlarını saçmaya başladı. Kendince bir nura sarılmaya ihtiyacı olduğunu hissetmişti. Tam o anda güneşin nurlarını görmesi onu daha da umutlu bir kişiye dönüştürmüştü.


Oraya gitmeden önce televizyonda haberlerden bir sonraki gecenin sabahına karşı Mars gezegeninin gökyüzünde görüleceğini öğrenmişti. Tam da oraya gittiği günün gecesinde böyle bir olayın olacağını öğrenmesi, onu farklı bir deneyim yaşayacağı için tuhaf bir heyecana sürüklemişti. Önceden öğrendiği bir bilgiye göre Mars gezegeninin Arapça ismi Merih'ti. Dünyaya en yakın gezegendi Mars ve rengi diğer gezegenlerden farklı olup kızılımsı bir renge sahipti. Merakla Mars'ı görmek için beklemeye başladı. Bu arada vakit de epey ilerlemişti. Gölün başında yağmur sonrası kendine yapacak işler aradı ama düşünmekten başka bir iş bulamadı. Aslında düşünmenin bir iş mi yoksa kendini arayıp bulmaya çalıştığı bir yöntem miydi ve oradan kendi varlığını fark edebileceği sonu olmayan bir umman mıydı, pek bir kararsız kaldı. Bu şekilde çeşitli düşünme eylemlerine girişmiş olmakla, hem vaktini boşa harcamadığının kararına varıyor hem de günlük hayatın arasında sıkışıp kaldığı ve bu yüzden kendisiyle bir türlü bulamadığı yüzleşme fırsatını yerine getiriyordu. Bir nevi ruh ve vicdan terazisinde bir türlü sağlayamadığı dengeyi sağlamaya çalışıyor, terazinin taraflarını ruh ve vicdanında savaştırıyordu. Hangi tarafın kazanacağı belli değildi ama kendisinin bu savaştan kazanan olarak çıkmak istediğini umuyordu. Bu şekilde bir savaşın içinde vakit biraz daha ilerlemişti.

Birkaç saat önce yağan yağmurdan dolayı hava biraz soğumuştu. Bir kahve yapıp içmeye başladı. Dışarıdan bakılınca, burada dağın başında mahsur kalmış bir insan görüntüsü vardı. Kılık kıyafetinden, yüzünün kekremsi halinden hırpalanmış, buruk ve dağınık bir görüntüsü vardı. Bunun sebebini insanlardan uzakta, dağın başında tek başına vakit geçiriyor olmasına bağladı. İnsanlardan uzakta olması onu insanlara mecbur mu bırakmıştı ki kendince burada mahsur kaldığını düşünmeye ihtiyaç duydu, bilmiyordu. Tek bildiği bu yalnızlığa ihtiyacı olduğuydu. İnsanları tanıyıp da onlardan kaçmayan biraz delidir dedi kendi kendine ve gülümsedi. Olması gerekenin beşer olarak doğup insan olmaya doğru ilerlemek olduğunu biliyordu ama etrafında gördüğü insan maskeli mikrop bulaştırıcılarının beşerden daha beter bir halde olduklarının  farkındaydı. Bu farkındalık, daha doğrusu delilik, onu bu dağların arsında kalmış gölün kıyısında mahsur bırakmıştı.

Saatine baktı ve beklediği vaktin çok yaklaşmış olduğunu anlayarak gökyüzüne kafasını kaldırdı. Gündüz yağmurdan dolayı kapalı olan havadan şimdi eser yoktu. Gökyüzünde ufacık da olsa bulut kalmamıştı. Yüksek bir yerde ve ilk defa gökyüzüne böylesine dikkatli bakıyor olduğundan yıldızları çok yakınındaymış gibi gördü. Hatta elini uzatıp değmeye çalıştı. Keşke içlerinden birini yakalayıp dünyadan kurtulsam diye içinden geçirdi. Ve sonra gözlerini gökyüzünde yıldızların arasında gezdirirken birden Mars gezegenini gördü. Bütün yıldızlardan daha büyük görünüyordu. Renginin kızıl olmasından Mars gezegeni olduğunu anlamıştı. Görür görmez etkilenmişti Mars'tan. Hatta gündüz yağan yağmurdan dolayı üşüyen vücudu kahve içmesine rağmen hala üşüyorken, Mars'ın kızıllığı ile birlikte bir anda ısınmaya başlamıştı. Ayaktayken gökyüzüne bakmaktan dolayı kafası yorulmuştu ve hemen yerdeki çimenlerin üzerine sırt üstü yattı. Çimen ve toprak soğuktu ama Mars'ın sıcaklığı onu üşütmüyor ve koruyordu. Hiç hesapta yokken, böyle adam akıllı ısınmış olmasına akıl sır erdiremiyordu. Sanki sonsuza dek sürecek bir sıcaklıktı bu. Dünyadan soyutlanmıştı adeta. Mars'a bakarken aklına getirdiği bütün sorunları hemen bir çözüme ulaştırmıştı. Sözgelimi fakirleri doyurmuştu, akrabalarını gözetmişti, komşusunun kapısına gizlice erzak dolu poşetler koyup kaçmıştı, yetimleri sevindirmişti, bir yaşlının elini öpüp "nasılsınız" diye sormuştu... Belki de bütün sorunları çözecek gücü vardı nihayetinde ama o bir sebep mi arıyordu, onu da bilmiyordu. İnanılmaz, tarifi yapılamaz bir mutluluk içerisindeydi. Zaman hiç akmasın istiyordu. Hayal kurmak onu dünyanın en mutlu insanı yapmıştı Mars'ı izlerken. Ama şunu unutmuştu. Zaman, yerinde duran bir varlık değildi. Güneş, onun mutluluğunu yok etmek üzere yaklaşıyordu dağların arasına. Ve nihayet Güneş doğmuştu. Hava aydınlanınca Mars'ın görüntüsü kaybolmaya başlamıştı ve sonunda kayboldu.

Güneşin doğmasıyla, Mars kaybolmuştu. Ama asıl kaybolan Mars değil, kurduğu hayallerdi, hayal dünyasında sorunlarına bulmuş olduğu çözümlerdi. Bütün bunları kaybetmesiyle ve Mars'ın kızıllığının yok olmasıyla birlikte, Güneş'in sıcaklığı ortaya çıkmasına rağmen üşümeye başlamıştı. İnsanın yüreği üşürken elleri ne kadar ısınabilirdi ki? Hala sırt üstü yatıyordu çimenlerin üzerinde. Derken farkında olmadan, uyumamış olmasından dolayı  yorgunluğun etkisiyle uykuya daldı. Gece olan olaylardan dolayı acayip bir rüya görmeye başladı. Ve aniden uyandı. Birkaç saat geçmiş ve güneş hafifçe yükselmişti. Ortalık uyumaya başlamadan önceki halinden daha da ısınmıştı. Uyanınca biraz üşüse de biraz bekledikten sonra ısınmaya başladı. Kendini tamamıyla ısınmaya yöneltmişken bir rüya gördüğünü hatırladı. Çabaladı, çabaladı ama bir türlü hatırlayamadı rüyasını. Ama bir cümlenin fısıltısı hala kulaklarındaydı. "Size özen gösterene, siz de özen gösterin."

Bu cümleyi duyar duymaz bir anda kendine geldi. Kendine gelmek, az evvel başka bir yerde olduğunu itirafta bulunmak demektir aslında. Özen göstermek, çaba göstermek, gayret göstermek, itina ihtimam... Hepsi aynı yere varan kelimeler. Neydi özen göstermek? Bir işin elden geldiğince iyi olması için uğraşmak. İyi ne demek? Bu kuralları kim koyuyor olabilir? Özen göstermek nereye ulaştırır insanı? Nerelerden alıp kurtarır... Aklına onlarca soru gelmişti ama bu sorulara bir cevap arıyordu. Yavaş yavaş Mars'ı izlerken aklına getirip çözüm bulduğu sorunlar geldi. Mars'ı izlerken bir sürü çözümler de bulmuştu. O sorunları Mars mı ona çözdürmüştü yoksa hakikaten biraz özen gösterilip halledilemeyecek şeyler miydi bu sorunlar? Düşünmek iki gündür tek yaptığı şeydi. Ama Mars kaybolduktan sonra yaptığı düşünme eylemi daha gerçeğe yakındı. Duymuş olduğu sıradan görünümlü ama çok çok özel olan bu sözün manasında kendisini bir yere koymaya çalışıyordu. Özen göstermekti demek ki onu hayatının büyük sorunlarından bertaraf edecek olan şey. İyilik yapmaya özen göstermekti...

İnsan, hayatı boyunca kendisini çeşitli şeylerle avutup vaktini keyfine göre değerlendirmeyi ve farkında olmadan birçok sorunla beraber yaşamayı seven bir varlık. Hayatının ilerleyen zamanlarında olması gereken profilden çıktığında, ambalajlarla bir yerlerde sakladığı sorunları da günyüzüne çıktığı vakit afallayıp kalıyor. İnsan kendinden uzaklaşıp beşere yaklaşmayı denediğinde ise iyice işin içinden çıkılmaz bir acizliğe bürünüyor. Çözümleri kendi çözemeyen insan kendine çözüm bulucular aramaya başlıyor. Dünyada sosyal hayatın içinde yaşayan birçok insan yanlış çözüm yollarına kendisini rehin veriyor. Oysa insan sorumluluk duygusunun farkına varıp da kendini çaba sarf etmeye, bir işi yaparken özen göstererek yapmaya bir türlü ikna edemiyor. Dünyanın sonuna kadar sayısız yağmur yağacak, sayısız öyküler yazılacak. Sayısız defa Mars görülecek. Birçok insan kendini hiç alakası olmayan yerlere sürüklemekten usanmayacak. Ama olması gereken yere bir türlü ulaşamayacak. Pek az kimseler de bunun farkında olup, buna göre yaşayacak. Dünyaya gelmenin amacına uygun olarak yaşayıp, sahip olduğu sorumlulukları özenle yerine getirecek.

Sözün sonunda insan Mars ile ilgili hayaller dünyasında mı dolaşacak, yoksa bir cümle duyup, okuyup, öğrenip o cümlenin gerekliliğini mi yerine getirecek? Özensiz bir hayat üzere mi yaşayacak yoksa özen dolu, ne yaptığının farkında olan bir varlık olarak mı nefesini tüketecek. İnsan bu soruyu kendine tevcih etmeli mi, etmemeli mi ona kendi karar vermeli. Ama bu soruyu sorarken de hiç olmazsa özen göstermeli...

1 yorum:

  1. Yüreğine sağlık kardeşim, yine güzel bir yazı kaleme almışsın.Başlarda bir roman okur gibiydim ve açıkçası bunu nasıl bağlayacağını da merak ediyordum ve son 3 paragrafta bu merakımı giderdim.Başta insanı hayale daldıran, sonunda ise hayatını sorgulayıp, bir tercih yapmaya zorlayan bir deneme olmuş :)

    YanıtlaSil