12 Nisan 2016 Salı

Eksik Hayat

Duvara bakıyorum. Zamanla eskimiş ve uzun zamandır boyanmamış olan duvara... Önünde televizyon öylece kapalı halde durmakta. Ben duvara bakıyorum. Televizyonun orada olmasının sebebini düşünmeye gerek duymuyorum. Duvarın eskimiş beyazlığına kanıyorum. Hemen sağımda pencere bulunmakta. Pencerenin dışında gökyüzü... Ben duvara bakıyorum. Duvarın eskimiş beyazlığında kayboluyorum. Gökyüzünün maviliğinde kaybolmak varken duvarın eskimiş beyazlığında...

Etrafta çıt yok. Bu en son model pencerelerden çocuk sesi de ulaşmıyor artık evlerin içerisine. Çocuk sesi demişken, sahi neydi o ses? Saklambaç oynayanların oradan oraya koşarken sevinç ve heyecan içindeki çığlıkları mı, birkaç gündür yemek yiyememiş olan bir annenin onunla aynı zamandan beri yemek yiyememiş olan çocuğunun midesinden gelen gurultu mu... Yoksa, içerisinde demokrasi taşıyan gökyüzünü istila eden oyuncakların yeryüzünde yetim ve öksüz bıraktıklarının haykırışları mı... yoksa tecavüze uğrayanların bağırmaya cesaret edemeyip boğazlarında boğulan ve kimsenin duymadığı, duymak istemediği feryatları mı... Bu çağ, nasıl çocukların seslerini kesen pencereleri varsa, nasıl o pencereler kapandığında çocuk sesi gelmiyorsa gönlümüzün penceresini kapamış bir çağ... Çocuk sesini kesen bir çağ...

İrkiliyorum birden ve uyanıyorum. Az evvel aklıma gelenleri bir düş olarak adlandırıp unutmak için ayağa kalkıyorum. Karnım acıkmış. Kalkar kalkmaz başım dönüyor ama düşmüyorum. Yemek yemeyi lüzumlu görmeyip evden dışarı çıkmaya karar veriyorum. Merdivenlerden inerken basamakları kendime eğlence ediyorum. Hop iki atla hop üç...

Caddeye çıkıyorum. Karşıdan, birkaç metre mesafeden gelen genç kızla zihinsel bir uzlaşı yapıp, ne konuşarak ne de bedensel hareketlerle iletişim kurarak hangi yönden yanyana geçecek olmamızın hesabını yapmaya çalışıyoruz. Ama bir türlü sonuca varamadığımızdan, adımlarımızı karıştırıp ikimiz de en son birbirimize çarpıyoruz. Özür dilemeden devam ediyorum yoluma. Özür dileyip yeni bir insan tanımanın, belki de aşık olmanın getireceği yeni sorumluluklardan bir çırpıda kurtarıyorum kendimi böylelikle...

Bir sigara yakıyorum. Yürürken ağzımda biriken tükürükleri dışarıya atıyorum. Birkaç saniye sonra, çevreyi kirleterek çiçeklerin ve ağaçların kokmasını engelleyen fabrikalara sövüyorum. Sanki aynı kirletmeyi ben yapmazmışım gibi. Etraf hâlâ sessiz. Sokaklarda insanlar yok çocuklar yok. Tam bu anda, çocukların insan olduğunu ama insanların çocuk kalmadığını aklıma nakşediyorum. Sessizlik hiç bitmeyecek gibi. Bu kadar gürültüsüzlüğe alışkın değilim. Beton binalar olmasa belki de rüzgarın sesini bile duyabileceğim.

Derken ışıklı tabelalar yanıp, makineler çalışmaya başlıyor. Çay satan garsonlar bağırmaya başlıyor. Elektriklerin geldiğini hemen anlayarak eve dönüyorum. Heyecandan basamakları saymadan çıkıyorum. Bunun eksikliğini daha sonra neden saymadım acaba diye düşünecek olacağım zamana erteliyorum. Eve giriyorum. Pencerenin dibinde kalan koltuğa oturuyorum. Hemen sağımda pencere bulunmakta. Pencerenin dışında gökyüzü. Karşımda zamanla eskimiş ve uzun zamandır boyanmamış olan duvarın önünde bulunan televizyon öylece kapalı durmaktayken, televizyonu açıyorum ve az evvel aklıma gelenleri, bir dahaki elektriklerin kesileceği zamana kadar unutmaya karar veriyorum.

2 yorum:

  1. Yüreğine sağlık kardesim.Betimlemeler cok guzel olmuş.Okurken ayni ortamda buldum kendimi :)

    YanıtlaSil
  2. Sağ olasın Adem kardeşim :)

    YanıtlaSil